Elestü bi-Rabbiküm (Kâlû Belâ-Kalu Bela) Olayı Nedir ve Ne Zaman Yaşanmıştır?

Kalu Bela Nedir, Elestü bi-Rabbiküm Nedir?

Kalu bela nedir ve nasıl anlaşılır? İslam’a göre, Allah Teâlâ, insanların ruhlarını yaratmadan önce onları topladı ve kendilerine, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Ruhlar da, “Evet, bizim Rabbimiz Sen’sin!” şeklinde cevap verdiler. Bu anlaşma “Kâlû belâ” olarak adlandırılır.

Ayrıca, Kur’an’da da bu olaya işaret edilir: “Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz;” (A’râf 172)

İnsanın, Rabbine karşı vefalı olması çok önemlidir ve bu, sadece Allah’ın emirlerine itaat ederek gerçekleşebilir.

Vefanın en yüce seviyesi; Allah’ın ruhları yarattığı zaman sorduğu soruya, “Evet, ey Rabbimiz!” diyerek cevap verdiğimiz “Kâlû Belâ”daki anlaşmaya sadık kalmaktır. (Bkz. el-A‘râf, 172)

Kalu Bela’da Ne Yaşandı ve Hangi Olay Oldu?

Yüce Allah, Hz. Âdem’in sırtından kıyamete kadar gelecek olan neslini zerrecikler (genler) halinde çıkarıp bilinçlendirdi ve kendi nefisleri (kimlikleri) üzerine şâhit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Sizi ben yaratmadım mı?” dedi. Onlar da “Kalû belâ” yani “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” dediler.

Eski dönemlerde kaleler, surlar, saraylar ve köşkler taşlardan yapıldığı gibi insanlar da hücre denilen küçücük yapı taşlarından yaratılmaktadır.

Hücreler, canlı varlıklarda canlılık özelliği taşıyan ve bağımsız bir hayata sahip olan en küçük yapı taşlarıdır. Alyuvarlar hariç, her hücrenin bir çekirdeği vardır. Çekirdek, hücrenin beyni, yönetim merkezi ve insanın aslı, yani yapısal ve kalıtsal kişiliğidir. Hücrelerin çekirdeklerinde protein ve DNA moleküllerinden yapılmış 46 adet kromozom ve kromozomların üzerinde de kolyelere dizilmiş inci tanecikleri gibi genler bulunmaktadır.

Genler, her canlının hem kendine (kişiliğine) hem de türüne ait bütün psikolojik özellikleri taşır ve bunları kalıtsal olarak nesilden nesile aktarır. Sonsuz ve sınırsız kudret sahibi olan Allah, kıyâmete kadar yaratacağı bütün insanların fiziksel yapılarını, karakterlerini ve psikolojik özelliklerini bu genlerde kodladı. İşte insanların aslı, özü bu genlerdir ve “Kaalû Belâ” yani “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” diyenler de bu genlerdir.

Beynimizdeki sinir hücrelerini bilinçlendirerek bizi akıllı varlıklar yapan Allah, genlerimizi de bilinçlendirerek Elestü bi-Rabbiküm sınavına tabi tuttu ve onlardan Kaalû Belâ sözünü aldı.

Mikroplardan fillere ve balinalara kadar bütün canlılar genlerine yüklenen program doğrultusunda yaşama zorunluluğundadır. İnsanlar da genlerine yüklenen program doğrultusunda yaşama zorunluluğundadır. Aksi halde doğal dengeler bozulur ve tatminsizlikten bunalıma girerler. Yüce Allah insanların genlerine Elestü bi-Rabbiküm programını yüklediğinden, insanlar dinsiz yaşayamaz ve son İlâhi kitab olan Kur’an’ın dışında sapık ideolojilerle tatmin olamazlar.

Kur’an, kıyâmete kadar gelecek olan bütün çağları kapsayan ve her çağın insanına İlâhi mesajlar veren son İlâhi kitaptır. Bizler de çağımızla ve özellikle kıyâmetin alâmetleri ile ilgili mesajları iyi algılayalım ve Elestü bi-Rabbiküm programı doğrultusunda yaşayalım.

Asr-ı Saadet’te yaşayan sahabelerin îmanı mûcizelerle kuvvetlendiği gibi, çağımızda yaşayan müslümanların îmanı da bilimsel âyetlerin şifrelerinin çözülmesi ile kuvvetlenmektedir.

İşte Hz. Âdem’in sırtından çıkan zerreciklere bir de bu açıdan bakalım ve son İlâhi kitab olan Kur’an’dan bilimsel açıdan da yararlanalım.

Kalû Belâda Rabbimize Söz Verdiysek Ve Onu Tanıyorsak, Neden Bu Dünyaya Geldik?

1- Maalesef, “kalû belâ”da tanıdığımız Rabbimizi insan olarak unuttuk. İnsanların çoğu bu unutkanlık belasıyla kendi yaratıcısını unutmuştur. Bu nedenle, yeni bir imtihana tabi tutulmaları gerekir.

2- Bununla birlikte, kâinatın ve insanın yaratılmasının en büyük amacı, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli etmesini sağlamak ve onları tanımaktır. Bu tanıma ve imtihanın sonucunun olması da önemlidir.

Bu sonucun olabilmesi için imtihana tabi olanların, bu imtihanı kazanmak veya kaybetmek gibi bir statüye sahip olmaları gerekir.

Aksi takdirde, sonucu olmayan, kazananı ve kaybedeni belli olmayan bir imtihanın varlığı anlamsız olurdu. Ayrıca, iyilerle kötüleri aynı kefeye koyduğu için büyük bir haksızlık olurdu.

İşte imtihanın bu yönü çok önemlidir. Çünkü bu imtihan, Allah’ın sonsuz merhametinin, lütfunun ve adaletinin bir göstergesidir. İmtihan, tembel ile çalışkanı, aklını kullanan ile kullanmayanı, ulvi duygularını rehber edinen ile süfli duygularını rehber edineni ayırmaya yöneliktir.

Böyle bir imtihanın yeri dünyadır. Çünkü, imtihanın temel esprisi olan iman esaslarına inanıp inanmamak, bunların görünmeyecek bir gayb perdesinde saklanması gerekir. Böylece, inanmak ile inanmamak gibi bir tercihin yapılması mümkün olur.

İşte bu nedenle, din imtihanında akla kapı açılır, ancak özgür irade elinden alınmaz. Zorunlu bir istikamet gösterilmez. “Dinde zorlamanın olmaması” da bu gerçeğin bir tezahürüdür.

Demek ki, insan olarak biz sağlıklı, adil ve anlamlı bir imtihana tabi olmak için bu dünyaya geldik, daha doğrusu gönderildik.

Kalu Bela Ayetinin Tefsiri

İslâm akîdesine göre insanoğlunun en temel sorumluluklarından biri, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmek ve yalnız O’na ibadet etmektir. Ancak insanlar, bu sorumluluğun bilincine gerektiği gibi varmamış olabilirler veya bu bilince ulaşma imkânlarından yoksun olabilirler. Bu durumda, sorumluluklarını yerine getirememelerini mazeret olarak ileri sürebilirler. Bu nedenle, insanların bu büyük sorumluluğu adil bir zeminde yerine getirebilmeleri için gerekli bilgi ve yetenekle donatılmaları gerekmektedir. İşte bu ayetlerde, insanların bu bilgi veya yetenekle donatıldığı ve bu durumun gerekçesi açıklanmaktadır.

Tefsirlerde bu ayetlere genellikle iki farklı anlam verilmiştir:

1- Eski tefsirlerde sıkça yer alan bir görüşe göre, Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce gelecek olan insanların ruhlarını özel bir aleme toplamıştır. Bu aleme “rûz-i elest” veya “bezm-i elest” denir. Bu topluluğu kendi varlığına tanıklık etmeleri için bir araya getirmiştir ve onlardan kendisinin Rab olduğunu onaylamalarını istemiştir. Bu şekilde, insanlarla arasında bir tür sözleşme yapılmış ve bu sözleşmeye şahitlik etmeleri sağlanmıştır. Bu, insanların, sorumluluklarını yerine getirememelerini mazeret olarak ileri sürmelerini engellemiştir. İlk dönem İslam alimleri ve sûfîler, bu yorumu benimsemişlerdir.

2- Bu ayetlerde bahsedilen sözleşme mecazi bir anlam taşır ve bu olay, dünya yaratılmadan önce değil, her insanın kendi bedeninin yaratılma sürecinde gerçekleşir. Bir görüşe göre, baba tarafından zürriyetin yaratılması sırasında, diğer bir görüşe göre ise anne rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlaması sürecinde Allah Teâlâ, insanın doğasına, varlık ve birliğini tanıma, kavrama ve dolayısıyla O’na iman etme yeteneğini yerleştirir. Bu şekilde, her insanı, iman etmesi için gerekli zihinsel ve psikolojik donanıma sahip kılar ve iç ve dış dünyada kendi varlığına ve birliğine dair birçok kanıt ortaya koyar. Bu durumda, Allah adeta insanlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorar ve onlar da “evet” diyerek bunu tasdik ederler.

İnsanın doğasındaki iman kabiliyeti, bu ayetlerde sembolik bir şekilde anlatılmıştır. Başka ayetlerde de benzer ifadeler bulunmaktadır. Örneğin, Fussılat Suresi’nin 11. ayetinde göğün ve yerin Allah’ın yasalarına göre işleyişi şöyle ifade edilir: “Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza, ‘İsteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!’ buyurdu. ‘Boyun eğerek geldik’ dediler.”

Mu‘tezile ve Mâtürîdî gibi bazı akılcı ve bazı Eş‘arî ve Şiî alimler, bu görüşü benimsemişlerdir. Hz. Peygamber’in “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar” şeklindeki hadisi de bunu doğrular niteliktedir.

İlk görüşü kabul edenler, ruhların bedenlerden önce yaratıldığını ve bu doğrultuda Allah’ın insanlardan bir şekilde iman sözü aldığına inanırlar. Ancak ikinci görüşü benimseyenler, bu düşüncenin doğru olmadığını savunurlar. Çünkü konu insanın bilgi alanını aşarak gayb alanına girdiği için, âyetlerde bildirileni tasdik ederek insanlardan bir şekilde iman sözü alındığına inandıktan sonra bunun mahiyetinin ne olduğu konusunda kesin bir görüş benimsemek gerekli değildir. Gerçek anlamı Allah bilir. 174. ayette işaret edildiği gibi, insana düşen görev, Allah’ın Rab olduğu gerçeğini kavrayabilecek güçte yaratıldığına ve bu hususta kendisinden söz alındığına iman edip verdiği söze sadık kalmaktır.

Kaynakça

Tefsir: Diyanet İşleri – Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 623-652
Bilgi İçeriği

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp
Picture of İbadet Rehberi
İbadet Rehberi

İlim, Amel ve İhlas; Yaratılış Gayemizi Anlamak ve Anlatmak İçin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni ve güncel içerikleri takip etmek için Telegram kanalımıza takılabilirsiniz.
İsmailağa ve Lalegül Dergileri
Cübbeli Ahmet Hoca Sohbetleri
Cübbeli Ahmet Hocanın Kitapları
Sosyal Medya Tasarımları
Telegram Icon Telegram Kanalımıza Katıl